19 Aralık 2013 Perşembe

Mezarlarınıza tüküreceğim...

0yorum
Çok güçlü bir hikayesi olan, hiç bir cümlesinde gereksiz hiç süs olmayan, tek bir fazla cümlesi bulunmayan bir roman Mezarlarınıza Tüküreceğim. 

Kitabı başladığım gün bitirince hemen bir kaç satır yazayım istedim. 

Vian kitabı, hikaye Amerika'da geçiyor olmasına rağmen Fransızca basmış önce. 1946'da, savaşın hemen arkasından teni beyaz renkli bir zenci gencin, ırkının intikamını almak için nasıl suç işleyebildiğini, üstelik müthiş derecede ayrıntıyla anlatmış. 

Seks ve cinayete dair tüm ayrıntılar kitapta açık seçik anlatılıyor. Zaten bu açık seçik olma durumu kitabın ABD'de yayınlanmasının (hatta yıllar sonra Türkiye'de de yayınlanmasının)  önünde bir engel oluvermiş. Kitap uzun süre yasaklanmış. (Türkiye'de tümzamanlar yayıncılık tarafından basılan kopyada mahkeme kararı ile pek çok cümle çıkartılmış. Ama küçük bir hukuk hilesi ile çıkartılan cümlelerin neler olduğuna dair mahkeme kararı kitaba eklenmiş ...) Bir de filme alınmış roman. Hatta Vian filmin galasında kalp krizi geçirip yaşama veda etmiş. 

Neyse biz yine kitaba dönelim:  İthaki yayınlarının bastığı ve elimdeki kopya 6. baskı. Ancak bu güzel kitabın çevirisi başta olmak üzere editoryal sıkıntılarından söz etmezsem eksik kalır.

Elimdeki kitabın künyesine göre çevirmen Bal Onaran. Kendisi kitabı Fransızca'dan çevirmiş ancak okuyunca keşke çevirmeseymiş dedim ne yalan söyleyeyim. 

Benim takıldığım iki ayrıntı var: Çevirmenimiz "Sopa" anlamına gelen "club" sözcüğünü çevirmekten bile aciz olduğu için "golf kıyafetiniz ve kulübünüz var mı?" diye bir soru sordurabiliyor  kitaptaki karaktere...

Ya da genç kız, esas oğlana kısa süre önceki sevişmelerini hatırlatıp "benimle tekrar uyuyacak mısınız?" demekte. Esas oğlanın yanıtı da "ne zaman isterseniz uyurum" oluyor doğal olarak.

Bunlar çevirdiği dili, Fransızcayı bilememekten değil, Türkçeyi bilmemekten kaynaklı sorunlar bence.

Ekşi sözlük'te Lake of the Hell isimli kullanıcı da bazı hatalardan söz ediyor:

çoğu kelimenin eklerinin yanlış çevrimi ("aklımı sende bıraktım" değil de "aklıma sende bıraktım" gibi), özel isimlerin tamamen yanlış çevrimi (duke ellington değil de doke ellington gibi)...
Tamam anladık çevirmenin Türkçe bilgisi yeterli değil, hatta çevirii kitaptan soğutmaktadır. Peki yayınevi bu çeviriyi hiç okumamış?

İthaki yayınları tarafından basılan kitabın künyesinde editör yok, sadece düzeltmenin ismi var. Demek ki gerçekten kimse edit etmemiş, çevirmenden gelen hali aynen basılmış. Üstelik kitabın 6. baskısı... Yani bittikçe basılmış, bittikçe basılmış ama hiç ne basıyoruz biz diyen olmamış.

Yazık iyi bir kitapevi diye bilirdim halbuki.


18 Aralık 2013 Çarşamba

Brandenburg kapısı dardır geçilmez...

0yorum
İrlandalı polisiye gerilim yazarı
 
Önce kitabın arka kapağındaki tanıtım yazısına bir bakalım:

"80'li yıllarda bir eylemci Berlin'deki sokak ortasında vurulur. Paraguay'da bir arabanın çarpıp kaçtığı çok geçmeden can verir. Yaşlı bir işadamı, Asuncion'daki görkemli malikanesinde kafasına kurşun sıkarak intihar eder. 

Bu ölümlerin birbiriyle bağlantılı olduğuna inanan Gazeteci Rudi Hernandz ise olayı çözemeden korkunç bir cinayete kurban gidecektir. 

Gazetecinin akrabası Erica, AB'ye bağlı Avrupa Güvenlik İdaresi'nde uzman olarak çalışan Volkmann'ı araştırmayı sürdürmeye ikna eder.  Başlangıçta Volkmann'ın elinde işe yarar hiçbir ipucu yoktur. Sadece banda alınmış anlamsız bir konuşma ve yarısı yanmış, eski, siyah beyaz fotoğraf... 

Bu fotoğraf Avrupa tarihini elli yıl geriye götürecek korkunç bir planı açığa çıkarır: bugün de tekrarlanabileceğini bildiğimiz için, büsbütün korkunçlaşan bir planın... 

Volkmann'ın artık kendi geçmişinin acılarıyla yüzleşmekten başka çaresi yoktur."

Doğan Kitap'tan Ali Cevat Akkoyunlu imzası ile çıkan bir kitap Brandernburg. Yazar hakkında yayınevi "Eleştirmenler, Glenn Meade’in romanlarını, olay ve kurgu bakımından, Frederick Forsythe, John le Carre ve Tom Clancy’nin heyecanlı bir karışımı olarak niteliyor" yazmış.

479 sayfa süren kitapla ilgili yazılacak çok şey var lakin biraz da spoiler içereceğini önceden söyleyecek başlayayım yazmaya.

Glenn Meade, (bence) hiç de yayınevinin pompaladığı kadar Frederick Forsythe, John le Carre ve Tom Clancy'nin heyecanlı bir karışımı değil.  Neden böyle net bir iddia ortaya attığımı aşağıda yazacağım. Lakin önce kitabın tanıtım yazısına bir bakalım...

Her şeyden önce kitabın '80'li yıllarda geçtiğine dair tek bir gönderme bile yok kitapta. Tarihler 23 Kasım ile 24 Aralık arasında, lakin bilinmeyen bir yıla ait...

Tanıtım yazısındaki ilk cümle: "80'li yıllarda bir eylemci Berlin'deki sokak ortasında vurulur." şeklindeydi.  Berlin'de vurulup öldürülen eylemcinin ismi Dieter Winter'dir ve kitabın (galiba) 91. sayfasında ondan ilk kez söz ediliyor.

"Paraguay'da bir arabanın çarpıp kaçtığı çok geçmeden can verir." cümlesinin devrik haline bakmadan devam edelim.

"Bu ölümlerin birbiriyle bağlantılı olduğuna inanan Gazeteci Rudi Hernandz ise olayı çözemeden korkunç bir cinayete kurban gidecektir. " cümlesinde anlatılan Hernandez'in ölümü 80. sayfada yaşanacak.  Tabi uzun soluklu bir kitabın ilk bölümünün sonundaki olay da tanıtım yazısında yer alabilir ama gel gör ki kitabın tanıtım yazısı ile içeriğinin ilişkisi daha da sorunlu.

Okumamış olanların keyfini kaçırmamak için daha fazla ayrıntı vermeyeceğim.

DİKKAT! BU BÖLÜMDEN SONRASI AĞIR DERECEDE SPOİLER İÇERİR!

Gelelim iddiama. Büyük boy ve 500'e yakın sayfa sayısına rağmen  kitabın 100. sayfasında neyin ne olduğu az çok ortaya çıkmış durumda. Naziler, Güney Amerika, filan diyince akla ilk gelen, kitabın en büyük gizemi olan Hitler'in oğlu oluveriyor zaten.

Üstelik işin içine bir de patlamayan bir nükleer başlık yerleştirince sayfaları arttırmaktan başka bir şey yapmış olmuyorsunuz.

Peki deyiyor mu? Meade'nin ilk baskısı 1994 yılında İngiltere de yapılan kitabı ne yazık ki keçi boynuzu gibi. Uzun uzun dişlemeniz, çiğnemeniz gereken bir tahta parçası. Elde ettiğiniz ise bir damla bal.

Tabii ki kitabın keyfili yerleri var. Okuyanı heyecan dalgası içine alan, bir sonraki sayfayı, bir sonraki sayfayı arka arkaya deviren yerler var elbet. Lakin kitabın geneli böyle değil. Hatta kitabın küçük bir kısmı böyle.

Polisiye'nin merak unsuru içermesi gerektiğini, okuyucunun merakını ayakta tutmak gerektiğinin pek farkında değil gibi yazar. Her ateş edildiğinde "duvara, kara, ağaca, ete saplanan mermiler" metaforu gibi, sık sık başvurulan tekrarlar; Latin Amerika'dan Avrupa'ya şehir şehir gezilmesine rağmen hiç bir yerin havasını tam olarak soluyamamamıza kadar pek çok sorun var kitapta. Almanya ve Kızıl Ordu Fraksiyonu gibi bir malzemenin resmen heder edilmesi var...

Yani? Meade'nin diğer kitaplarını, özellikle Kar Kurdu'nu merak ediyorum. Umarım o da böyle çıkmaz diyerek bitireyim yazımı...

15 Aralık 2013 Pazar

"Beyaz Toros" Faili Belli Devlet Cinayetleri

0yorum
Sınırın az ötesinde, Yunanistan’da örneğin, beyaz bir otomobil yanınıza yanaştığında korkar mısınız? Hayır. Ama o araba size İzmir’de, Ankara’da, Elazığ’da, Diyarbakır’da yanaşsa aklınıza olmadık akıbetler gelir. Söz konusu korkuysa, eşitiz.

Bu yazı gazeteci Gökçer Tahincioğlu'nun son çalışması "Beyaz Toros" Faili Belli Devlet Cinayetleri ile ilgili. Ancak yukarıdaki satırlar bir başka gazetecinin kaleminden, Radikal muhabiri Ayça Örer'in kitapla ilgili tanıtım yazısından. Yazıya neden başka bir yazarın tanıtım yazısından aldığım satırlar ile başladığımı anlatmadan önce meslektaşım ve arkadaşım Gökçer'in kitabı üzerine demek istediklerimi yazmalıyım belki de.

Tahincioğlu, yıllardır Milliyet gazetesinin yargı muhabirlerinden biri olarak gazetecilik mesleğini sürdürüyor. Üstelik, hak haberciliği konusunda sergilediği doğru tavrı, sadece benim gibi haberlerini okuyanlar tarafından değil, çeşitli meslek kuruluşları tarafından da ödüllendiriliyor. Çağdaş Gazeteciler Derneği İzzet Kezer Fotoğraf Ödülü, Musa Anter Basın Şehitleri Yılın Haberi Ödülü, Abdi İpekçi Yılın Haberi Ödülü, Metin Göktepe Gazetecilik Ödülü, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Basın Özgürlüğü Ödülü, Çağdaş Gazeteciler Derneği Rafet Genç Haber Ödülü bu ödüllerden sadece bir kısmı.

Kısa süre önce meslektaşı Kemal Göktaş ile birlikte "Bu öğrencilere bu işi mi öğrettiler?" Öğrenci Muhalefeti ve Baskılar başlıklı bir kitap da kaleme alan Tahincioğlu'nun son kitabı isminden de anlaşılacağı gibi devlet eliyle öldürülenlerin tarihinden izler süren, faillerin cezasız kalacaklarından, devlet tarafından korunacaklarından emin olarak suç işledikleri bir Türkiye'yi  gözler önüne seren bir kitap...

Üstelik sözünü ettiği bu durumun öyle kısa süreli, belli bir döneme özgü olmadığını da 1970'lerden günümüze dek örnekleriyle sergileyen bir kitap.

Kitabın çatısı her sene Eylül ayında 78'liler Federasyonu tarafından Ankara'da açılan 12 Eylül Utanç Müzesi'nde "faili belli devlet cinayetleri"nde katledilen isimlerin aileleri ile yapılan görüşmelere dayanıyor. Ama bu çatının arkasında yılların gazetecilik birikimi yatıyor. Yıllardır özenli bir şekilde yapılan haberler, takip edilen davalar, devletin hep sorumluluğunu reddettiği, suçluları korumaya çalıştığı vakalar var.

Kitabın girişinde Tahincioğlu şöyle diyor seçtiği vakaları sıralarken:  "70'lerden yargısız infaz, 80'lerden idam/açlık grevi operasyonları, 90'lardan faili meçhul, 2000'lerden meşru şiddet olayları ele alındı, başlangıç ve sonlarıyla nasıl benzer olduğu anlatılmaya çalışıldı..."

Kimler mi onlar? Hemen sıralayayım: 1970’li yıllardan Kadir Manga, 80’lerden Cemil Kırbayır, Hakan Mermeroluk, Ferhat Kurtay, Orhan Keskin ve Ramazan Yukarıgöz, 90’lardan Namık Erdoğan, Hasan Ocak, Rıdvan Karakoç, 2000’lerden Mahsun Mızrak, Roboski Katliamı ve Ethem Sarısülük’ün hikayeleri yakınlarının ağzından aktarılıyor.

Başka bir gazetecinin Ruşen Çakır'ın kitaptan söz ederken dediği gibi: "Kimisi çatışmada, kimisi gözaltında kaybedilerek, kimisi idam edilerek, kimisi cezaevi operasyonuyla, kimileri de askeri jetlerin bombardımanıyla katledilmiş insanların hikayeleri farklı ama kaderleri bir."

Kısaca kitap çocukları, kardeşileri, eşleri katledilmiş acılı ailelerin çığlığını, sesi duyulmayan/sesi duyulmasın diye zulme uğratılanların acılı avazlarına ses veriyor, yol açıyor. Hem çok önemli hem de değerli.

Ama bu hasletleri yanında eksiklerini, sıkıntılarını da dile getirmek gerekiyor bence. Her şeyden önce 203 sayfalık kitabın 10 sayfayı aşkın sonsözü ile başlayalım söze...Tahincioğlu'nun anlattığı hikayeler öyle acıyla yoğrulmuş ki, onların bir son söze, üstelik devlet şiddetinin kendini nasıl haklı çıkarmakta olduğunu anlatan Aristotales'ten, Foucault'dan, Agamben'den alıntılar ile kaleme alınmış  kuramsal bir dayanağa ihitiyacı yok. Kitapta sözü edilen çocukları, kardeşleri, eşleri katledilen ailelerin çığlığını işiten, kitabı okuyanların kalbi taştan olsa etkilenir, dile gelir, ah çeker...

Bir diğer problem, kitapta sözü edilen isimlerin onar yıllık tarihi bölümler içinde incelenemesine rağmen, sık sık tarihler arasında geçişler yaşanması... Hikeyesi anlatılan kişinin bir yana bırakılıp, 10 yıl, 20 yıl sonraya gidilmesi, benzer olaylardan örnekler verilmesi. Hakan Mermeroluk bunlardan biri. 80'li yıllar başlığı altında yer alan Mermeroluk'un Alemdağ Cezaevinde gaz kullanılarak düzenlenen bir operasyonda öldürülmesinin hikaye edildiği bölümde önce 1996 yılındaki Diyarbakır Cezaevine, sonra 1999 yılındaki Ulucanlar Cezaevine, ardından 2000 yılına Burdur Cezaevine gidiveriyoruz. Üstelik bir, iki cümlelik bir yolculuk değil bir kaç sayfa sürüyor bu zaman yolculuğu... Belli ki yazarın söyleyecek çok sözü var. 1980'lerden daha iyi bildiği, yakından takip ettiği, haberlerini yaptığı 1990'lı, 2000'li yıllara dair birşeyler de söylemek istiyor. Ama o zaman bu bölümlendirmelere ne gerek var diye sormadan edemiyor okur.

Gelelim üçüncü sıkıntıya. Ki zaten yazının başında şöyle bir değinmiş, Ayça Örer'den bir cümleye yer vermiştim.  Ne yazık ki Ayça Örer tanıtım yazısında kitabın ismine, yazar Gökçer Tahincioğlu'ndan daha çok yer ayırmış. Kitabın girişinde iki defa yer buluyor "Beyaz Toros" sözcüğü... Neden bu ismin seçildiği "Yok edilenlerin nasıl yok edildiğinin ortak sembollerinden biri olduğu için" diye gerekçelendiriliyor. Ancak bu kadarla sınırlı kalıyor.

Beyaz Toros'un sivil polislerin kullandığı araç olduğu; özellikle 90'lı yıllardaki faili meçhullerin pek çoğunda katledilenlerin sokak ortasında bindirildikleri Beyaz Toroslar ile bilinmezliğe götürüldükleri; muhtemelen kitapta sözü edilen isimlerin bir kısmının da benzer bir şekilde Beyaz Toroslar ile tanıştığına dair tek bir satır yok kitapta. Biz, Beyaz Toros'un ne anlama geldiğini bilenler, göndermenin derinliğini elbette anlayoruz. Ancak geleceğe tüm sözü edilen suçların bir kanıtı ve bir daha yaşanmaması niyetiyle kalacak olan bir kitabın ismindeki göndermenin ne anlama geldiğini de açıklaması gerektiğini düşünüyorum.

Herşeye rağmen, önemli ve zor bir işi gerçekleştirmiş Gökçer Tahincioğlu. Son dönemlerde araştırmacı gazetecilik denilince eline tutuşturulan belgelerden haber yapan meslektaşlarına inat, gazetecilik bayrağını biraz daha yükseltimiş. Bu nedenle de emeklerine sağlık.

3 Aralık 2013 Salı

Kan ve İnanç (PKK ve Kürt Hareketi) ~ Aliza Marcus

0yorum
2007’de ABD’de yayımlandığında büyük ilgi gören ve PKK konusunda "bugüne dek yazılmış en nesnel ve kapsamlı çalışma" olarak değerlendirilen Kan ve İnanç, bir dönem Türkiye'de de görev yapmış, ancak deyim yerindeyse yaptığı haberler yüzünden istenmeyen adam ilan edilmiş olan gazeteci Aliza Marcus’un yıllara dayanan emeğinin ürünü. 

PKK ile ilgili bilgilerin tamamına yakınının örgütten ayrılmış militanlarla görüşerek elde eden Marcus, 1989’dan beri Güneydoğu’daki gelişmeler, Kürt sorunu ve PKK hareketi hakkında haberler yapmış, makaleler yazmış ve hatta bunlardan biri dolayısıyla yargılanmış... 

Marcus, eski PKK militanları dışında, bölge halkı ve süreci yakından takip eden politikacılar ve hukukçularla yaptığı röportajlar, dönemin komutanlarının yazdıkları metinlerden, köşe yazılarından ve gazete haberlerinden yararlanarak ortaya çıkarmış Kan ve İnanç kitabını.

Şahsi kanaatim, kitabın Türkçe çevirisi bazı sorunlar taşıyor olduğu yönünde. Ama bu sıkıntılar dahi Türkiye'nin son 30 yılına damga vurmuş bir örgütü, onun liderini, eylemlerini ve etkilerini başarılı bir şekilde ele alan ciddi bir gazetecilik kitabı olduğu gerçeğini değiştirmiyor.

Marcus'un kitabı -ne yazık ki- Türkçe'de eşine az rastlanılan bir çalışma. 

Türkiye'nin 30 yılına damgasını vuran Kürt siyasi hareketinin sadece silahlı kanadı PKK'yı değil, silahsız/sivil siyasetten yana olan boyutlarını, onların PKK ile ilişkilerini, PKK'nın iç çekişmelerini, bölünmelerini ve "Önderlik" denilen yapının kendisini nasıl adım adım vaz geçilmez ve değişmez ilan ettiğini de anlatıyor kitap.

Belki tek ama en önemli problemi ise son dönemde başlayan ve adına "çözüm süreci" denilen dönemin öncesini ele alıyor olması.

Bu da kitabı şu an okuyanların gündeme dair bir analiz yapmasını engelliyor olması.


Kan ve İnanç (PKK ve Kürt Hareketi)
Aliza Marcus
İletişim Yayınevi / Bugünün Kitapları Dizisi
İstanbul, 2009, 1. Basım
428 s.
ISBN : 9789750506451

Osmanlı Kültürü ve Gündelik Yaşam ~ Suraiya Faroqhi

0yorum
Suraiya Faroqhi, Osmanlı tarihi ile ilgili çarpıcı bilgi birikimine sahip bir yazar. Ama sadece bilgi birikimi ile değil, üslubuyla da dikkat çekiyor.

Faroqhi'nin bu kitabı, mimarlıktan yemek kültürüne, kişisel anıları yazmadan eğlence alanına kadar, sıradan Osmanlıların yaşamına çeviriyor bakışlarımızı.

Üstelik bunu o kadar ustaca yapıyor ki, elimizde çok az veri olmasına rağmen ne sıkıyor okuru ne de tekrarlara düşüyor.

Anlattıklarıyla hem az bilinenleri ortaya koyuyor, hem de "Osmanlı'da yok bunlar" diyenlerin her birini paramparça ediyor. Yok denilenlerin var olduğunu, yok sayılanların neden yok edilmeye çalışldığını sergiliyor.

Osmanlı tebası Ermeni ve Rumların matbaalarını da anlatıyor, Evliya Çelebi'nin elçilik heyetinde gördüğü Viyana'daki katedralden neden bu kadar etkilendiğini de...

Yüzyıllar süren bir dönemi, geniş bir coğrafyada yaşayan çok farklı dinlere ve kültürlere sahip insanların birbirleriyle ilişkilerini, birbirlerinden alıp verdikleri kültürel olguları, dünyadaki diğer insanlar ile iletişimlerini, yediklerini, içtiklerini, okuduklarını, yazdıklarını, inşaa ettikleri binaları, yani gündelik yaşamlarına dair her şeyi anlatıyor kitabında.


Osmanlı Kültürü ve Gündelik YaşamKunst und alltagsleben im Osmanischen Reich
Tarih Vakfı Yurt Yayınları / Osmanlı Araştırmaları Dizisi
İstanbul, 2011
363 s.
ISBN : 9789753330664
 

kitaplık cini © 2010

Blogger Templates by Splashy Templates