5 Mart 2018 Pazartesi

Gazeteci olanlar mı, gazeteci doğanlar mı?

Gazeteciliğin yeniden ve yeniden tartışıldığı günlerde yaşıyoruz. Kapitalizmi doğuran toplumsal şartların ve bir sınıf olarak burjuvazinin ihtiyaçlarından doğan gazete ve gazetecilik, yeni iletişim teknolojilerinin kullanılmaya başlanması ile ciddi bir yeniden yapılanma sürecine girdi. 

Hem dünyada hem de Türkiye’de yaşanan bu süreç bir yandan ‘konvansiyonel medya’ya olan ihtiyaçları ortadan kaldırırken bir yanda da Facebook, Twitter, bloglar, sözlükler gibi yeni medyalarda enformasyon paylaşımının gazetecilik olup olmadığı tartışmasını gündeme getiriyor.

Alışılmışın dışında bir hız ve anındalık ile enformasyonu paylaşan ve yaygınlaştıran internet kuşağı gazeteciliğin yeni versiyonunun kendisi tarafından gerçekleştirildiği görüşünde. Gazete, televizyon ve hatta radyo gibi ‘geleneksel medya’ mensupları ise haber kaynağı olarak kabul ettikleri bu kuşağın editoryal denetimden geçmeden paylaştığı enformasyon bombasının gazetecilik olarak görülemeyeceği fikrinde.

Konunun uzmanı olan iki isim, geçtiğimiz yıllarda RTÜK üyesi de olan Prof. Dr. Korkmaz Alemdar ve Doç. Dr. Ruhdan Uzun tarafından kaleme alınan ve Tanyeri Kitap tarafından yayımlanan Herkes İçin Gazete-ci-lik isimli kitap tam da bu tartışmaların içinde boy gösteriyor.

YAZARLAR AKADEMİSYEN AMA KİTAP BİLİMSEL DEĞİL

Kitabın sıkıntılarını dile getirmeden önce olumlu yanlarını sergilemekte fayda var. Kitap didaktik diline ve bir ders kitabı şeklinde yazılmasına rağmen oldukça akıcı. Yazanlar akademisyen ama kitap bilimsel değil.
 

"TÜRKİYE ÜZERİNDE OYNANAN KOMPLOLAR"

Türkiye’de ve dünyada gazetecilik mesleğinin tarihine, yapılış biçimlerine, etik kodlarına dair pek çok bilgi kitapta yer alıyor. Kitabı okuyup bitirdiğinize nasıl haber yazılacağından, gazetelerin doğuş serüvenine; gazete dağıtımından, web sayfası hazırlamaya; etik değerlere uymaktan, ‘Türkiye üzerinde son dönemde oynanan uluslararası komplolar’a kadar pek çok şeyi öğrenmiş oluyor insan.

Son cümlenin biraz karmaşık olduğunun farkındayım, kısaca açıklamaya çalışayım. Kitap, yazarlarının uzmanlık alanı olan iletişim biliminin pek çok boyutuna dair, 1990’lardan bu güne kadar yazdıkları pek çok metinin bir araya getirilmesi, hatta ne yazık ki editoryal bir okumadan bile geçmeden arka arkaya sıralanmasıyla oluşturulmuş gibi... Bu nedenle sık sık tekrarlara rastlamak mümkün. Hatta o kadar ki, kitapta “Etik” konusu –neredeyse birbirinin tersi analizlere sahip– iki bölümde ele alınıyor.

KİTABI ZATEN YAZIYORDUK, GEZİ PATLAK VERİNCE...

Zaten kitabın yazarlarından Alemdar da kendisiyle yapılan bir röportajda: “Kitap zaten gazeteciliğe giriş kitabı olarak zaten yazılıyordu. Ama Gezi olaylarına rastlayınca içeriğinde bu yeni duruma yanıt veren bir takım bilgiler içerdi, öneriler getirdi” diyor.





Gezi Direnişi sırasında protestocuların saldırısına uğrayan NTV canlı yayın aracı

KİTABA HAKİM İDEOLOJİ: ULUSALCILIK

Bundan daha kötüsü yazarların ulusalcı tavrının kitabın tamamına sinmiş olması. Bundan kastım, kitabın Uğur Mumcu, Hrant Dink gibi “öldürülen gazeteciler” ile birlikte, Yalçın Küçük, Doğu Perinçek gibi “gazeteciliğe yazar olarak emek vermiş bilim insanlarına” adanması değil sadece.

“Türk siyasal yaşamı devrimler ve karşı devrimler olarak nitelendirilebilecek gelgitlerle doludur” diyen (s:189) yazarların bu perspektifi seçimle iktidara gelenleri de, onları devirenleri de karşı devrimci olarak niteleyebilmektedirler örneğin. Sonuçta devrimler ise Atatürk dönemi ve 27 Mayıs ile sınırlı kalmaktadır. Ya da yine yazarlara göre “Türk halkı, sorunlarının çözümü için, Kürtlerin isteklerinin verilmesi gerektiğine inandırılmak istenmektedir. Bunun aslında ABD ve İsrail’in sınırları yeniden belirlenmesi politikası olduğunu halkın görmesi yetmemektedir. (...) Mustafa Kemal’in büyük bir öngörüyle sözünü ettiği karşı devrim ilerlemektedir” (s:195).

Bu ulusalcı analizlerin, “gazeteci olmak için çalışan ve kitabı okuyan genç insanlara” geçmişte neler olduğunu hatırlatmaktan başka bir amacı olduğu da aşikar.

GAZETECİLİK KURSTA ÖĞRENİLMEZ, FAKÜLTESİNE GİDİN
YA DA BOŞVERİN FAKÜLTEYİ, OKULU; KİTABI OKUYUN YETER...


Zaten kitabın içeriğinin bir sıkıntısı da hedef kitlesinin kim olduğuna dair içerdiği kafa karışıklığı... Gazetecilerin uzun süre ‘alaylı’ olmayı ‘mektepli’ olmaya tercih etmelerini, hatta “gazeteci olunmaz gazeteci doğulur” sözünün uzun süre geçerliliğini korumasını eleştiren yazarlara şöyle yazmaktadır: “Günümüzde iletişim fakültelerini küçümsemenin altında büyük olasılıkla bu tutum vardır. Gazetecilik, herkesin istediği zaman yapabileceği bir iş, bir meşgale olarak görünmeye devam etmektedir. Bunun nedeni iletişim fakültelerindeki eksikliklerden çok, büyük kısmı diplomalı bile olsa iletim eğitiminden gelmeyen gazetecilerin suyun başını tutmasından kaynaklanıyor. Onlar gibi düşünenler bugün gazeteciliğin kısa süreli kurslarla öğrenebileceği yanılgısını sürdürmeye devam etmektedirler.”

Ancak bu cümleleri kitabında dile getiren yazarlar, hem böyle düşünüp hem de ismi Herkes İçin Gazete-ci-lik olan bir kitap yazabilmekte; bırakın kısa süreli kursu, kitabı okuyan herkesin gazeteciliğin temellerini öğrenebileceğini ileri sürmekteler.

Hatta yine kitabın giriş bölümünde “Sorunlara duyarlı, dile getirme isteği ve cesaretine sahip herkesin yeni olanaklar kullanarak gazeteci olması mümkün görünüyor” diyebilmektedirler (s:22).

İTTİHATÇILARIN ÖLDÜRDÜĞÜ GAZETECİLER YOK... İSTİKLAL MAHKEMESİ DUYARLI OLUN UYARISIYDI... TÜRKİYE DÜNYA SAVAŞINDA TARAFSIZDI...

Yazarların ulusalcı perspektifleri nedeniyle, İttihat ve Terakki rejiminin sansür, sürgün ve gazeteci cinayetlerine varan tutumuna kitapta yer vermemişler.
Aynı şekilde Kürt isyanı sonrası çıkartılan Takrir-i Sükun Kanununu “gazetecileri rahatsız etti”, İstiklal Mahkemelerinde gazetecilerin yargılanmasını “rejimin duyarlı olunması uyarısı” gibi cümleler ile geçiştirmişler.
İkinci Dünya Savaşı’nda hükümetin tarafsız bir tutum sergilediğini ileri sürmüşler.
WikiLeaks’ten söz edilen bölümde, o belgeleri Türkiye’de yayınlayan Taraf gazetesinden hiç söz etmemişler.
Tüm bunları ideolojik duruşlarından ötürü saymak; kabul etmek değil ama normal karşılamak –belki– mümkündür.

Ancak, kitabın temel tezinin –yazarların hayata soldan baktıkları iddialarına rağmen– “basının dördüncü güç olduğu” şeklindeki liberal tezlerde ileri sürüldüğü gibi ‘gazeteci eğitimini alır, muhabir ve patron etik kurallara uyar, herkes işini kuralına uygun yaparsa, gazetecilik meslek olarak içine düştüğü sıkıntılı durumdan kurtulur’ açmazına mahkûm olmasını kabullenmek mümkün değil. 


Dördüncü Güç Yaklaşımına göre basın/medya demokrasinin ayakta kalması için kamu görevi yapar. Peki kimin demokrasisidir söz konusu olan? Bu sorunun yanıtı verilmez!..

0 yorum:

Yorum Gönder

 

kitaplık cini © 2010

Blogger Templates by Splashy Templates