15 Aralık 2013 Pazar

"Beyaz Toros" Faili Belli Devlet Cinayetleri

Sınırın az ötesinde, Yunanistan’da örneğin, beyaz bir otomobil yanınıza yanaştığında korkar mısınız? Hayır. Ama o araba size İzmir’de, Ankara’da, Elazığ’da, Diyarbakır’da yanaşsa aklınıza olmadık akıbetler gelir. Söz konusu korkuysa, eşitiz.

Bu yazı gazeteci Gökçer Tahincioğlu'nun son çalışması "Beyaz Toros" Faili Belli Devlet Cinayetleri ile ilgili. Ancak yukarıdaki satırlar bir başka gazetecinin kaleminden, Radikal muhabiri Ayça Örer'in kitapla ilgili tanıtım yazısından. Yazıya neden başka bir yazarın tanıtım yazısından aldığım satırlar ile başladığımı anlatmadan önce meslektaşım ve arkadaşım Gökçer'in kitabı üzerine demek istediklerimi yazmalıyım belki de.

Tahincioğlu, yıllardır Milliyet gazetesinin yargı muhabirlerinden biri olarak gazetecilik mesleğini sürdürüyor. Üstelik, hak haberciliği konusunda sergilediği doğru tavrı, sadece benim gibi haberlerini okuyanlar tarafından değil, çeşitli meslek kuruluşları tarafından da ödüllendiriliyor. Çağdaş Gazeteciler Derneği İzzet Kezer Fotoğraf Ödülü, Musa Anter Basın Şehitleri Yılın Haberi Ödülü, Abdi İpekçi Yılın Haberi Ödülü, Metin Göktepe Gazetecilik Ödülü, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Basın Özgürlüğü Ödülü, Çağdaş Gazeteciler Derneği Rafet Genç Haber Ödülü bu ödüllerden sadece bir kısmı.

Kısa süre önce meslektaşı Kemal Göktaş ile birlikte "Bu öğrencilere bu işi mi öğrettiler?" Öğrenci Muhalefeti ve Baskılar başlıklı bir kitap da kaleme alan Tahincioğlu'nun son kitabı isminden de anlaşılacağı gibi devlet eliyle öldürülenlerin tarihinden izler süren, faillerin cezasız kalacaklarından, devlet tarafından korunacaklarından emin olarak suç işledikleri bir Türkiye'yi  gözler önüne seren bir kitap...

Üstelik sözünü ettiği bu durumun öyle kısa süreli, belli bir döneme özgü olmadığını da 1970'lerden günümüze dek örnekleriyle sergileyen bir kitap.

Kitabın çatısı her sene Eylül ayında 78'liler Federasyonu tarafından Ankara'da açılan 12 Eylül Utanç Müzesi'nde "faili belli devlet cinayetleri"nde katledilen isimlerin aileleri ile yapılan görüşmelere dayanıyor. Ama bu çatının arkasında yılların gazetecilik birikimi yatıyor. Yıllardır özenli bir şekilde yapılan haberler, takip edilen davalar, devletin hep sorumluluğunu reddettiği, suçluları korumaya çalıştığı vakalar var.

Kitabın girişinde Tahincioğlu şöyle diyor seçtiği vakaları sıralarken:  "70'lerden yargısız infaz, 80'lerden idam/açlık grevi operasyonları, 90'lardan faili meçhul, 2000'lerden meşru şiddet olayları ele alındı, başlangıç ve sonlarıyla nasıl benzer olduğu anlatılmaya çalışıldı..."

Kimler mi onlar? Hemen sıralayayım: 1970’li yıllardan Kadir Manga, 80’lerden Cemil Kırbayır, Hakan Mermeroluk, Ferhat Kurtay, Orhan Keskin ve Ramazan Yukarıgöz, 90’lardan Namık Erdoğan, Hasan Ocak, Rıdvan Karakoç, 2000’lerden Mahsun Mızrak, Roboski Katliamı ve Ethem Sarısülük’ün hikayeleri yakınlarının ağzından aktarılıyor.

Başka bir gazetecinin Ruşen Çakır'ın kitaptan söz ederken dediği gibi: "Kimisi çatışmada, kimisi gözaltında kaybedilerek, kimisi idam edilerek, kimisi cezaevi operasyonuyla, kimileri de askeri jetlerin bombardımanıyla katledilmiş insanların hikayeleri farklı ama kaderleri bir."

Kısaca kitap çocukları, kardeşileri, eşleri katledilmiş acılı ailelerin çığlığını, sesi duyulmayan/sesi duyulmasın diye zulme uğratılanların acılı avazlarına ses veriyor, yol açıyor. Hem çok önemli hem de değerli.

Ama bu hasletleri yanında eksiklerini, sıkıntılarını da dile getirmek gerekiyor bence. Her şeyden önce 203 sayfalık kitabın 10 sayfayı aşkın sonsözü ile başlayalım söze...Tahincioğlu'nun anlattığı hikayeler öyle acıyla yoğrulmuş ki, onların bir son söze, üstelik devlet şiddetinin kendini nasıl haklı çıkarmakta olduğunu anlatan Aristotales'ten, Foucault'dan, Agamben'den alıntılar ile kaleme alınmış  kuramsal bir dayanağa ihitiyacı yok. Kitapta sözü edilen çocukları, kardeşleri, eşleri katledilen ailelerin çığlığını işiten, kitabı okuyanların kalbi taştan olsa etkilenir, dile gelir, ah çeker...

Bir diğer problem, kitapta sözü edilen isimlerin onar yıllık tarihi bölümler içinde incelenemesine rağmen, sık sık tarihler arasında geçişler yaşanması... Hikeyesi anlatılan kişinin bir yana bırakılıp, 10 yıl, 20 yıl sonraya gidilmesi, benzer olaylardan örnekler verilmesi. Hakan Mermeroluk bunlardan biri. 80'li yıllar başlığı altında yer alan Mermeroluk'un Alemdağ Cezaevinde gaz kullanılarak düzenlenen bir operasyonda öldürülmesinin hikaye edildiği bölümde önce 1996 yılındaki Diyarbakır Cezaevine, sonra 1999 yılındaki Ulucanlar Cezaevine, ardından 2000 yılına Burdur Cezaevine gidiveriyoruz. Üstelik bir, iki cümlelik bir yolculuk değil bir kaç sayfa sürüyor bu zaman yolculuğu... Belli ki yazarın söyleyecek çok sözü var. 1980'lerden daha iyi bildiği, yakından takip ettiği, haberlerini yaptığı 1990'lı, 2000'li yıllara dair birşeyler de söylemek istiyor. Ama o zaman bu bölümlendirmelere ne gerek var diye sormadan edemiyor okur.

Gelelim üçüncü sıkıntıya. Ki zaten yazının başında şöyle bir değinmiş, Ayça Örer'den bir cümleye yer vermiştim.  Ne yazık ki Ayça Örer tanıtım yazısında kitabın ismine, yazar Gökçer Tahincioğlu'ndan daha çok yer ayırmış. Kitabın girişinde iki defa yer buluyor "Beyaz Toros" sözcüğü... Neden bu ismin seçildiği "Yok edilenlerin nasıl yok edildiğinin ortak sembollerinden biri olduğu için" diye gerekçelendiriliyor. Ancak bu kadarla sınırlı kalıyor.

Beyaz Toros'un sivil polislerin kullandığı araç olduğu; özellikle 90'lı yıllardaki faili meçhullerin pek çoğunda katledilenlerin sokak ortasında bindirildikleri Beyaz Toroslar ile bilinmezliğe götürüldükleri; muhtemelen kitapta sözü edilen isimlerin bir kısmının da benzer bir şekilde Beyaz Toroslar ile tanıştığına dair tek bir satır yok kitapta. Biz, Beyaz Toros'un ne anlama geldiğini bilenler, göndermenin derinliğini elbette anlayoruz. Ancak geleceğe tüm sözü edilen suçların bir kanıtı ve bir daha yaşanmaması niyetiyle kalacak olan bir kitabın ismindeki göndermenin ne anlama geldiğini de açıklaması gerektiğini düşünüyorum.

Herşeye rağmen, önemli ve zor bir işi gerçekleştirmiş Gökçer Tahincioğlu. Son dönemlerde araştırmacı gazetecilik denilince eline tutuşturulan belgelerden haber yapan meslektaşlarına inat, gazetecilik bayrağını biraz daha yükseltimiş. Bu nedenle de emeklerine sağlık.

0 yorum:

Yorum Gönder

 

kitaplık cini © 2010

Blogger Templates by Splashy Templates